SARIHAN ; TBMM’ Yİ HUKUKA UYMAYA DAVET ETTİ

SARIHAN : TBMM’ Yİ HUKUKA UYMAYA DAVET ETTİ : “KARARNAMELERİ GELDİĞİ GİBİ KABUL EDERSEK KUKUKSUZLUĞA ALET OLURUZ.”
SERT ÇEKİRDEK HAKLAR VARDIR. OHAL SÜRECİ İÇİNDE DAHİ, HERHANGİ BİR ŞEKİLDE KISITLANAMAZ
CHP Ankara Milletvekili ve TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkan Vekili Şenal Sarıhan, 667 Sayılı KHK’da yaptığı konuşmada Meclis üyelerini hukuka, insan haklarına dayalı bir hukuka ve anlayışa davet etti.
Şenal Sarıhan konuşmasında; ‘’OHAL yönetimleri ‘’hukuki yönetimlerdir’’, kısmidirler, geçicidirler ve denetime açıktırlar; durumun gerektirdiği sınırlar içinde düzenlemeler yaparlar. O “durum” nedir? OHAL’in ilanına neden olan ana konudur, olaydır. Bu düzenlemeler bir ölçülülük içinde yapılır. Ölçülülüğün temel ilkeleri, temel kuralları vardır. Bu kurallardan ilki , olağanüstü hâle müdahalenin gerekli olup olmadığının saptanmasıdır. Bu müdahaleyi hangi araçlarla yapmamız gerekmektedir? Bu araçların amaca ulaşmaktaki elverişliliği ne durumdadır? Öncelikle bu sorulara yanıt vermek gerekir. Önlenmiş bir darbe girişiminden sonra OHAL ilanı bizce gerekli değildir. Ancak OHAL ilanı gerçekleştiğine göre şimdi yapılması gereken, OHAL uygulamalarının insan hakları çerçevesinde sürdürülmesi gerekir. Bugün 667 sayılı kararname ile, açık hak ihlali yapılmaktadır. OHAL’in amacı, sınırı içinde, ölçülü olarak ve hukuka uygun olarak düzenlenmesi gerekir.
Şimdi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 15’inci maddesinde “Sert çekirdek haklar vardır. Bu sert çekirdek haklar yani temel insan hakları herhangi bir biçimde, OHAL süreci içinde dahi, herhangi bir şekilde kısıtlanamaz, bunların ihlali aynı zamanda hukukun ihlali olur.” Bunlar temel haklardır. Yani yaşama hakkı. OHAL, demokrasinin ilali değildir.
“OHAL sürecinde demokrasi nasıl sağlanabilir?”
OHAL süreci içinde demokrasiyi sağlayacak olan, işte, içinde bulunduğumuz kurumdur. TBMM’ de OHAL kararlarının denetlenmiş olması, yasallık durumunun tartışılmış olması, orada demokrasiyi sağlar. Ama ne yazık ki birkaç gündür tartıştığımız bu olağanüstü hâl kararnamesini ben aslında tartışabildiğimizi düşünmüyorum. Neden düşünmüyorum? Çünkü hepimizin kulakları kapalı durumda, yürekleri de kapalı durumda. İfade edilen itirazlar herhangi bir biçimde değerlendirmeye alınmıyor ve ön yargıyla reddediliyor ve zaten şu salonumuzun hâli de aslında bizim Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak demokrasiyi sağlamada bir katkımızın olmadığının da bir göstergesi durumunda.

Millî güvenliğin ihlal edildiğine mahkemeler karar verebilir
Biraz önce tartıştığımız bir konu vardı, pasaportla ilgili konu. Pasaportla ilgili konuda asıl mesele şuydu: Bir mahkeme kararı olmaksızın, idari ya da adli soruşturmaya bağlı bir kesin hüküm olmaksızın kimsenin pasaportunu iptal edemezsiniz. Ama biz biraz önce ne yaptık? Zanlı, şüpheli diye gördüğümüz, henüz hakkında kesin karar olmayan insanların pasaportlarını iptal ettik, bir de eşlerinin pasaportlarını iptal ettik ve dedik ki: “Millî güvenlik gerekçesiyle.” Kim karar veriyor millî güvenliğe? İçişleri Bakanlığı mı? Hayır. Millî güvenliğin ihlal edildiğine mahkemeler karar verebilir, adli ve idari yargı karar verebilir. Hani adil yargılanma hakkını biz korumakla sorumluyduk. Ne yaptık? Otuz günlük gözaltı süresine el kaldırdık AKP’li milletvekili arkadaşlarımıza sesleniyorum, peki dedik.
Burası Bir Hukuk Kürsüsü Değil Ama Aynı Zamanda Hukuki Bir Kürsü
Az önce arkadaşım ifade etti ve tek tek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına atıf yaptı, dedi ki: “Geçmişte bu tür kararlar verildi. 12 Eylülleri anımsattı, 12 Martları anımsattı, hatta olağan dönemde verilmiş olan olağanüstü hâl kararlarını ve uygulamaları hatırlattı. Türkiye Cumhuriyeti mahkûm oldu, bunu yeniden yapmayalım.” dedi. Biz bunu yıllarca tartıştık, gözaltında işkence gölgesini kaldırmaya çalıştık. Anayasa’mıza en fazla toplu suçlar için bile dört günlük gözaltı süresi koyduk. Fakat o dört günlük gözaltı süresi şimdi otuz gün. Hangi vicdanla, hangi akılla? Bu şu demektir: Kötü muameleye alan açıyoruz demektir, izin veriyoruz demektir, biz bunu biraz önce yaptık.
Hukuksuzluklara Karşı Hesap Soramayacağız ve Kamburumuz Daha Yükseğe Çıkmış Olacak
Biraz sonra da şunu yapacağız, diyeceğiz ki: “Efendim, olağanüstü hâl dönemi içinde insanlar, kamu görevlileri herhangi bir şekilde adli ve idari sorumluluk taşımazlar, cezai olarak onların bir sorumluluğu yoktur. “Cezasızlık hâli getirdik, getireceğiz” ya da biliyorum yani kimse buna hayır demeyecek, hepinize hatırlatırım, burada bulunan bütün vekil arkadaşlarıma. Kenan Evren’i yargılayamadık, Kenan Evren’e hesap soramadık, hangi sebeple soramadık? İşte böyle bir madde sebebiyle soramadık. Şimdi, yeni hukuksuzluklar olursa bu hukuksuzluklara karşı da hesap soramayacağız ve kamburumuz büyümüş olacak.
Hepimizi Hukuka, İnsan Haklarına Dayalı Bir Hukuka ve Anlayışa Davet Ediyorum
Başka bir şey, daha hafif gibi görünebilir. Yürütmeyi durdurma kararına izin vermeyeceğiz biraz sonra. “Yürütmeyi durdurma kararı verilemez.” diyeceğiz. Niye? Hukuki bir hata varsa hukuki hata mahkemeler yoluyla saptanmışsa yürütmeyi durdurma kararını neden vermeyelim arkadaşlar? İnsanlar ille mağdur olsun mu, çile çeksin mi? Onlara kırk katır kırk satır mı sunalım? Adalet diye bir kavrayışımız olamayacak mı? İnsan hakları diye bir kavrayışımız olamayacak mı? İnsan hakları, insanın onuru diye bir anlayışımız olamayacak mı? Değerli arkadaşlar, bir kez daha hepimizi hukuka, insan haklarına dayalı bir hukuka ve anlayışa davet ediyorum.’’ dedi.