Yerel yönetim politikaları masaya yatırıldı

Yerel yönetim politikaları masaya yatırıldı

Mimarlar Odası Ankara Şubesi ve Ankara Dayanışma Derneği ortaklaşa düzenlediği “Seçime Doğru Yerel Yönetim Politikaları Paneli’nde, Ankara’nın 25 yıl içinde geldiği durum, yerel seçim politikaları ve devlet örgütlenmesinin yerel yönetim sürecine yansımaları masaya yatırıldı.

Mimarlar Odası Ankara Şubesi, seçimlere yaklaşırken yerel yönetimleri ve yerel yönetim politikalarını düzenlediği panellerle masaya yatırmaya devam ediyor. Bu kapsamda Mimarlar Odası Ankara Şubesi ile Ankara Dayanışma Derneği “Seçime Doğru Yerel Yönetim Politikaları” paneli düzenledi. Ziraat Yüksek Mühendisi-Gazeteci Tevfik Kızgınkaya’nın moderatörlüğünü yaptığı panele konuşmacı olarak Prof. Dr. Ruşen Keleş, Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan ve Dr. Öğretim Üyesi Ozan Zengin katıldı.

25 yıl içinde kentlerimiz ne hale geldi?

Panelin moderatörlüğünü yapan Ziraat Yüksek Mühendisi-Gazeteci Tevfik Kızgınkaya, “Yerel yönetimler için seçim süreci başladı. Şu ana kadarki konuşulanlar kim aday olacak aday nasıl seçilecek. Yöntem tartışması demokrasinin işleyip işlemeyeceği konusundaki kaygılar böyle bir süreç. Bu toplantıyı düzenlememizin temel nedeni, biz kentlerimizi ve yaşam alanlarımızı bu görevlendirilecek arkadaşlarımızın yönetimine teslim edeceğiz. Ancak bugünkü geldiğimiz koşullarda 1994 yılından bu yana farklı bir anlayışla yönetiliyor. Bu 25 yıl içinde kentlerimiz ne hale geldi? Özellikle büyük şehirler ve özellikle bugünkü siyasi iktidarın temsilcilerinin yönettiği kentler ki bunların başında Başkent Ankaramız var ne hale geldiler? Yerel yönetimlerin yasal altyapısı ve işleyişi hakkında değişiklikler yapıldı. Yeni seçilecek olan arkadaşlar yeni oyunun kuralına göre yerel yönetimleri yönetecek. Bütün bu koşullar içinde de nasıl bir yerel yönetim politikası uygulanmalı ki düşündüğümüz çağdaş koşullara ulaşalım. Tüm bu sorulara yanıt arayacağız” diye konuştu.

Ankara’nın sistematiği bozuldu21122018 Yerel yönetim politikaları fotolar (19)

Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, 23,5 yıllık Gökçek dönemini konu alan ve Ankara Kara Rapor’da yer alan Hasar Tespiti hakkında değerlendirmelerde bulunarak, şunları söyledi:

“ Ankara’nın talan edilmesinin süreci benim meslek hayatımın 25 yılını da kapsıyor. Murat Karayalçın’ın son dönemini ve Gökçek’in bütün yıllarına tanıklık ettim. Meslek hayatımda Ankara’da 3 belediye başkanına tanıklık ettim. Murat Karayalçın, Melih Gökçek ve sonra onun yerine gelen Mustafa Tuna. Gökçek dönemi Ankara’da inanılmaz bir tahribat yarattı. Ankara çok özgün bir kent Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm vatandaşlarının söz hakkı olduğu tek kent. Çünkü burası Başkent, bütün idari kararlar burada alınıyor ve Anayasa’nın dört değişmez maddesi içinde geçen tek kent. Bütün kentlere yön veren bütün kentleri planlayan aslında bütün o bakış açısının ve ideolojinin kendisini hissettiren çok önemli bir mekansallığı ifade ediyor başkent. O yüzden burada yapılan tahribat sadece bir kente değil onun temsil ettiği ideolojiye yönelikte bir tahribat var. Siyasal İslamcı bakış açısının Melih Gökçek ile birlikte mesajlarını verdi. Ankara iki kıskaç arasında kaldı, 1980 yılı ile birlikte ekonomik politikaların değişmesi ve dünyadaki neoliberal politikaların Türkiye’deki kentlere yansıması. İkincisi de siyasal İslam bakış açısıyla gelen yaklaşımın, rejimle hesaplaşmasının mekansallığı olarak Cumhuriyet’in başkenti Ankara ile mekansal hesaplaşma yaklaşımı gelişti. Bu iki kıskaç arasında kalan Ankara hormonlu gelişti, yıkımlara sahne oldu. Neoliberalizmin rant odaklı değişimi karşımıza emsal hormonu ile büyütülmüş yüksek yoğunluklu yapılaşmaları çıkarttı. İncek’te Çayyolu, Çukurambar, Eskişehir yolu aksı ve Çavundur’da gördüğümüz 32 kata çıkan yüksek yoğunluklar planlamanın bütüncüllüğünden vazgeçerek kişiye özel rant sağlayarak kentin sağlıklı gelişimini ve altyapısını derdest eden değişimin örnekleridir. Bu rant odaklı büyüme kent merkezlerine doğru da sızmaya başladı. EGO hangarlarını yıktılar ve yerine 100 katlı yapılar yapılıyor. Danıştay binası yıkıldı onun yerine yapılan binanın yoğunluğu, DSİ’nin yeni yapılan binasına baktığınızda da yüksek yoğunluklu yapılaşma kent merkezine de gelerek aslında kent merkezini kilitleyen bir noktaya doğru gidiyor. Yüksek yoğunluk ile vadiler yapılaşmaya açıldı.Herkese ait olan vadilerin doğallığı satışa çıkartıldı. Kentte boşluk diye bir kavram kalmadı. Korkunç bir dolulukla karşı karşıya kalındı. İnsan öncelikli değil rant öncelikli politika izlendiği için kentin sistematiği bozuldu. Kent bir matematik sistematiği gibi çalışır. Bunun bir kuralı vardır. Siz o kurala uyarsanız o kent sağlıklı büyür o kurala uymazsanız kentin sistematiği bozulur. Dolayısıyla kentin sistematiği bozulmuş durumda. Plansız bir büyüme yaşanıyor. Bugün Ankara’nın en önemli sorunu nedir ? derseniz kentsel ölçekte ulaşımdır. Gökçek’in kavşaklar, alt ve üstgeçitlerle anılan bir belediye başkanı olmasından kaynaklı her yerde bir kavşak problemi yaşandı. O bütüncüllükten uzaklaşılarak kentin değişik noktalarında yırtıklar oluştu. Bu açılan kesik ve yırtıklarla birlikte kent algılanamaz hale geldi. Bu algılanmayan kentle hafızamızı yok etmeye çalıştılar.Belleklerimiz sıfırlayarak açtıkları kentsel yırtıklardan kendi ideolojilerini kentlilere zerk etmeye başladılar.. Sıhhiyede yapılan ilk U geçidi ile eskişehirle yenişehirin arasındaki akışkanlık bozuldu. Bir yerden bir yere yürüyerek gitme şansınız yok oldu. Gençlik Parkı ve Ulus çöküntü alanı haline getirildi.”

Bütün Cumhuriyet yapıları tehdit altında

Candan, sözlerine şöyle devam etti:

“Gökçek 20 yıl boyunca kentte bir metre metro yapamadı. Bütün bu yanlış müdahalelerle birlikte aslında kentin yeşil alanları, vadileri ve gerçekten nefes koridorları değimiz alanların tamamını neredeyse kaybettik. Bunun en önemlisi Atatürk Orman Çiftliği’ydi. AOÇ aslında neoliberal politikalarla birlikte Cumhuriyetle mekânsal hesaplaşmanın zirve noktası haline geldi. AOÇ alanlarında Atatürk’ün şartlı bağışı ve vasiyetine aykırı her türlü yapılaşma hukuk dışıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti parklarıyla kamusal alanlarıyla Ulus’tan Çankaya’ya uzanan Cumhuriyetin temsil aksı ve temsil aksının etrafındaki bütün binaları ile birlikte Cumhuriyet ideolojisini her dakika her saniye bize hissettiren bir mekansal dizgeye sahipti. Bunu çok uzun süre kentlilik kültürü ve kentlilik bilinci üzerine bir eğitim ve bir yaklaşım belki yerel yönetimlerin de bu noktada sorumluluğu oluşmadığı için kentliler onları sadece bir bina sadece bir yol olarak gördü. Ulustan Çankaya’ya uzanan Cumhuriyetin temsil aksı değimiz AOÇ, Güvenpark, Abdi İpekçi Parkı, Kurtuluş Parkı, Gençlik Parkı gibi kamusal alanları, bankalar bölgesi dediğimiz İş Bankası, Ziraat, Sümerbank ve Akbank gibi Cumhuriyet’in temelinin ekonomi olduğunu bize hissettiren Ulus bölgesi gibi. Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, Opera binası Kız Lisesi ile birlikte Büyük ve küçük tiyatroları ile birlikte bu aks üzerinde Cumhuriyetinin temelinin bilim ve kültür ve sanat olduğunu anlatan yapıları, yine Sıhhiye’ye geldiğinizde hasta toplumdan sağlıklı bir toplum yaratmak olarak görebileceğimiz Sağlık Bakanlığı binası. Bu aks üzerindeki tüm yapıların Cumhuriyet ideolojisinde bir karşılığı var. Bu aksın büyük bir bölümü bozulmuş durumda. Ankara’nın en önemli nefes alanını ve Cumhuriyet devriminin en önemli halk üniversitesi olan öğrenme alanı olan AOÇ’yi takan ederek aslında bizim bütün belleğimizi sıfırlamak istediler. İller bankası, Marmara Köşkü, Havagazı Fabrikası, Baraj Gazinosu, Etibank ve Danıştay binaları yıkıldı. Saraçoğlu Mahallesi’nin satışı için ihaleye ve altına otopark yapmaya çalışıyorlar. Arı Stüdyosu ve Opera binası ve Cumhuriyeti temsil eden bütün yapılar tehdit altında.”

Kent bir karşılaşma, kesişme ve uzlaşma alanı olmaktan çıktı. Belki de Ankara’da kaybettiğimiz en önemli mekansal tahribat bu.

Candan, “Başkentte bu kadar yıkımın olması demek AOÇ Kaçak Saray sürecinde söylediğimiz gibi bu bir bina değil sadece kaçak bir rejimin inşası demiştik. Sonrasında arka arkaya gelen başkentteki bu yıkımlar kaçak rejimin mekansallığı olarak karşımıza çıktı. Cumhuriyetin temsil aksı olan Atatürk Bulvarı aynı zamanda yönetenlerle yönetilenlerin karşılaşma mekanıbir demokrasi ortamı idi. Halk ile iç içe bir yönetimin mekansal göstergesi idi. Kent merkezinde cumhurbaşkanı ile karşılaşırdık. Süleyman Demirel’i, Ahmet Necdet Sezer’i , belediye başkanlarını kentin merkezinde Kızılay’da görürdük. Yönetilenler ve yönetenler arasında mesafe yoktu, bu aks Eskişehir yolu aksına kaydırıldı. Siyasi partiler, kentsel keşime ve karşılaşma mekanlarını terk ettiler. Şimdi kentte mekansal olarak büyük bir mesafe var. Yöneticiler erişilebilir değil elitleşme başladı, bunu kentsel mekandan okuyabiliyoruz. Kent bir karşılaşma, kesişme ve uzlaşma alanı olmaktan çıktı. Belki de Ankara’da kaybettiğimiz en önemli mekansal tahribat bu. Kentliler bu kenti ve bu ülkeyi yönetenleri kentsel mekanlarda göremiyor, toplu taşıma araçlarında, çarşıda, pazarda, tiyatroda, sinemada, göremiyor karşılaşamıyor. Kent uzlaşma ve karşılaşma alanı olamayınca çatışma alanına dönüştü. Ne kadar çok karşılaşırsanız o kadar demokrasi, ne kadar çok karşılaşmaz iseniz o kadar çok otorite simgeleri görürsünüz kentte. Kızılay da Ulusta adım başı polis karakolları, güvenlik kulübelerinin anlamı budur” dedi.

Emre amade yerel yönetim süreci söz konusu

“24 Haziran seçimleri ile sistem değişti. Parlamentonun tasfiyesinin bir yansımasını da maalesef ki yerel yönetimlerde göreceğiz” diyen Candan şöyle devam etti:

“Yerel yönetimler İdari olarak kayyumlarla tehdit ediliyor. Mali olarak hazinenin iznine ve Cumhurbaşkanın özel yatırım yapması noktasına kadar aldığı yetkiyle şekilleniyor. Fiziksel ve imar planlaması sürecinde ise artık planlama süreçlerinin belediyeler tarafından yapılamayacağı günler olacak, Rant tek elden koordine edilecek. Saraçoğlu’nun ihalesi bile 100 günlük projeler arasına giriyor. Hatta imar planlarında sanayi alanların belirlenmesi bunların planlara işlenerek yatırımcıya ve belediyelere de devredilmesi Cumhurbaşkanının 100 gün planlamasında ele alınmış durumda. Yerel yöneticinin becerisi ile şekillenecek bir dönem değil emre amade parayı elinde tutanın hizmeti belirleyebileceği iktidarı elinde bulunduranın her şeye müdahale edeceği bir yerel yönetim süreci bekliyor. Burada önemli olan hizmetten çok hizmetin nasıl üretileceğidir. Ekonomik kriz sürecinde, dayanışan kentler planlaması yapmak, kırsalından kentlerine, ulaşılabilir bir kent yaratmaktan ve karşılaşma alanlarını çoğaltarak kenti canlandırmaktan geçiyor.”

Monarşiye doğru evrilen bir sistemle karşı karşıyayız

Dr. Öğretim Üyesi Ozan Zengin ise, devlet örgütlenmesinin aldığı biçimden yerel yönetimler nasıl etkileneceğini bakarak, şunları kaydetti:

“Yerel yönetimlerde çok önemli değişiklikler yapıldı. Başkanlık sistemi sert kuvvetler ayrılığıdır. Türkiye’de maalesef merkeziyetçi ve başkancı bir başkanlık sistemi var. Batı dünyasında indeksler noktasında ön planda yer lan ve yüksek puan alan sistem parlamenter sistemdir. Türkiye’deki Cumhurbaşkanlığı sistemi yürütme açısından ABD başkanlık sistemi örnek alınarak yapılan bir sistem. Günümüzdeki Cumhurbaşkanlığı sistemi idari işler başkanlığı, cumhurbaşkanlığı ofisleri, eski bakanlık siteminde gördüğümüz cumhurbaşkanlığına bağlı kuruluşlar ve sayısı 9 olan politikalar kurullarından oluşan dörtlü bir ayak var. Cumhurbaşkanının bir tür sekretaryası haline gelen 16 bakanlığımız var. Yürütme artık tek başına Cumhurbaşkanı tarafından temsil ediliyor. Bu çok önemli bir değişiklik. Bu yapı ABD Başkanlık sisteminden örnek alınarak oluşturuldu. Ancak siyasal sistem yani anlayış olarak ABD Başkanlık sistemine aykırı pek çok hususla karşı karşıyayız. Bunun monarşiye doğru kayma ihtimalini kaygıyla öngörüyorum. Bunun çözümü federasyona gidelim değil. Bu halkın toplumun tüm kesimlerinin tartışması gereken bir durum. Bence kanaatimce parlamenter sisteme ve üniter yapıya dönüştürülmesidir. Türkiye başkancı yürütmenin egemenliğin asli parçası olduğu bir yapıya dönüştü. Belli ölçülerde otoriter ve totoliter bir durum arz ediyor. Yerel yönetimler bundan doğrudan önemli düzenlenmelerle etkilendi. Yerel seçimler sonrasında yerel yönetimlere ilişkin temel kanunlarda hem de özellikle belediyeler üzerinden tercih edilecek modelde önemli değişikliklere gidileceğini düşünüyorum. Bundan mülki idari sistemimiz de ciddi anlamda etkilenecek.

Hukuka saygı ilkesinde büyük erozyon yaşandı

Prof. Dr. Ruşen Keleş ise süreci şöyle değerlendirdi:

“Yerel yönetimler en yüksek makamda oturan kişi ne diyorsa onu yapacaklardır. Sistem değişmiştir yerel yönetimler ve yerel politikaları büyük ölçüde etkileyeceğine hiç kuşku yoktur. Yalnız olay bundan ibaret değil. Türkiye’de kentlerin yönetimimin zorlaşması kent yönetiminde talip olacak insanların zorluklarla karşılaması 1980’lerde başlamıştır. Sermayenin sınır tanımazlığı bütün ekonomiye ve toplum yaşamına egemen durumuna geldi. İkincisi de ülkemizde hukukun üstünlüğüne saygı ilkesine çok büyük bir erozyon vardır. Genel düzeyde küreseleşmenin de etkisiyle tek tek kentlerimizin Ankara’nın sorunları arasında çok yakın bir bağlantı var. Plana inanç veya inançsızlık konusudur. Plan yapıyoruz ama planı yapanlar daha baştan planı uygulayacaklarına inanmıyorlar. Yerel demokrasiyi orada geçerli kılmak mümkün değil. Yerel yönetimlerdeki derslerimizde belediye kanunundan yola çıkarak belediyelerde göreve alacak belediye meclisi üyeleri şu şekilde göreve gelirler, görevden şu yollarla olur ve nihai kararı yargı belirler diyoruz. Ama biz şimdiye kadar metal yorgunluğu diye bir şey görmemiştik.”

Ana muhalefet partisi dahil yerel seçimlere ilişkin bir politika yok

Keleş, “Bu koşullar altında belediye başkanlığına aday olacaklar ve belediye meclisi üyesi olacaklar için söylüyorum. Eğer kendileri görevden alındıkları zaman, Ankara ve İstanbul gibi büyük bir sessizlik içinde oluyorsa bırakınız yerel demokrasiyi , demokrasinin kendisi orada bitmiştir. Onların genç kuşaklara bundan sonraki seçimlerde aday olmayı düşüneceklere rehber olacak değerlendirmeler yapmaları gerekir demek ki onların demokrasi kültürü siyasi bilinci hiç mesafesindedir. Görevden alınıyor belediye başkanı ama susuyor ama o belediye başkanına imar planında değişiklik yapacaksın diye talimat veriliyor. Bütün olay kimin nerede aday olacağı noktasında dönüyor. Aday olanların seçildikten sonra ne yapacakları konusunda bir açıklama yok. Ana muhalefet partisi de dahil olmak üzere hiçbir partinin adaylarının yerel seçimlerde hangi amaçları gerçekleştireceklerine dair ortaya koydukları genel program plan görmedim. Olması gereken budur. Bu durumda seçim kazanandan halkın ne bekleyeceğini bilmediği koşullar söz konusuydu. Halk ne istediğini bilse seçimde hesap sorar” dedi.