”AKADEMİSYENLER MAĞDUR, ÜNİVERSİTELER KAN AĞLIYOR”

AKADEMİSYENLER MAĞDUR, ÜNİVERSİTELER KAN AĞLIYOR

 

Ülkemizde 2022 yılı Mart ayı itibariyle 207 yükseköğretim kurumu var. Bunların 129’u devlet, 74’ü vakıf üniversitesi. Ayrıca 4 vakıf meslek yüksekokulu eğitim-öğretim faaliyeti yürütüyor. Bu kurumlarda çeşitli unvanlarda 184 bin 350 akademisyen çalışmakta. Üniversitelerimiz akademik başarıları ve bilime yaptıkları katkıyla değil, soruşturma ve mobbing olayları ile kayyım rektörlerin yandaş atamalarıyla gündemde. Türk üniversitelerindeki ciddi akademik gerilemeyi ve akademisyenlerin özlük hakları sorunlarını meclis gündemine taşıyan CHP Tekirdağ Milletvekili ve Parti Meclisi Üyesi Candan Yüceer’e göre, “Üniversiteler Cumhuriyet tarihinin en kötü günlerini yaşıyor. Siyasi baskı kurumları felce uğrattı. Öğretim üyeleri susuyor. Adrese teslim atamalar akademik kaliteyi aşağı çekmekte. Plansızlık nedeniyle kapanan bölüm ve programlar pek çok anadolu üniversitesini hayalet kurumlara çevirdi. Ama bu sonuç şaşırtıcı değil. Özgürlüğün olmadığı yerde ot bile yetişmez. Tek adam rejimi üniversiteleri kimliğinden uzaklaştırdı. Akademisyenler kan ağlıyor.”

 

Kayyım Rektör Felaketi

 

29 Ekim 2016’da 676 sayılı KHK ile rektörlük seçimleri kaldırıldı. Bu karar yükseköğretim sisteminde ciddi bir çöküş ve yozlaşma sürecini beraberinde getirdi. Partili Cumhurbaşkanı parti referansıyla rektör atamaya başladı. Eski AKP milletvekilleri rektör yapıldı. Melih Bulu gibi sayısız örnekte görüldüğü üzere AKP milletvekili ve belediye başkan adayları, aday adayları üniversiteleri idare eder hale geldi. Parti bağının tek referans olduğu bu çarpık düzende önce rektörlerin, ardından da o rektörlerin yönettikleri üniversitelerin akademik kalitesi hızla düştü. Yüceer’e göre, “Balık baştan kokar. Devletin her kademesi için aranan tek ölçüt sadakat. Kimse liyakate bakmıyor. Rektörler de bu düşüşten nasibi aldı. 196 rektörden 68’in hiç uluslararası yayını, 71’in ise hiç uluslararası atfı yok. Bu hocaların yönettiği üniversiteler modern dünyayla yarışabilir mi? Ne yazık ki hayır. 2016’da ilk 500’de 4 Türk üniversitesi vardı. Bugün ise tümüyle liste dışı kaldık. Başta Boğaziçi olmak üzere, Koç, Sabancı, Bilkent, ODTÜ, İTÜ ve Hacettepe gibi belli başlı üniversitelerimiz sürekli bir şekilde irtifa kaybediyor. Kayyım rektörler üniversitelerin üzerinden silindir gibi geçti.”

 

5 Sorun 

 

Üniversitedeki yönetim zafiyeti ve akademik özgürlüklerdeki büyük gerileme öğretim elemanlarının özlük sorunlarını daha da derinleştirdi. Devlet üniversitelerinde ciddi bir atanamayan akademisyen sorunu var. Öğretim üyeleri hak ettikleri kadrolara ya hiç atanmıyor ya da atamalar yıllar süren hukuki mücadeleler sonucunda gerçekleşmekte. Vakıf üniversitelerinde ise kölelik koşulları hakim. Öğretim elamanları 3 kuruş paraya yoğun bir şekilde çalıştırılıyor. İtiraz edenler kapının önüne konulmakta. Topkapı, Bilgi, Nişantaşı ve Maltepe Üniversitelerinde yakın zamanda meydana gelen kurum içi tartışmalar ve toplu işten çıkarmalar vakıf üniversitelerinin öğretim elemanlarının özlük haklarını sistematik bir şekilde ihlal ettiğini göstermekte. Candan Yüceer’e göre yükseköğretim kurumlarındaki özlük hakları sorunlarını 5 önemli başlıkla toplamak mümkün:

 

“Öncelikle kadro atamasıyla ilgili süre sınırı yok. Bu boşluk rektörlerin öğretim üyelerine yaptığı baskı ve mobbingin ana nedeni. Rektör canı istediğinde ilana çıkıyor. Bazen hiç çıkmıyor. Binlerce öğretim elemanı yıllarca ve çaresizce rektörünün keyfi iradesinin kendi lehlerine dönmesini beklemekte. İkinci mesele gereksiz bürokrasi. Akademide bazı kadrolar unvana bağlı. Mesela doçentlik. Bir öğretim elamanının doçent olabilmesi için yayınlarının belli bir sayı ve derinliğe ulaşması ve bu durumun en az 5 Profesör tarafından onaylanması gerekir. Ama ne gariptir ki, siz doçent unvanını alsanız da rektörlük sizi yine de doçent kadrosuna atamayabilir. Türk üniversitelerinde böyle binlerce unvanı olup da kadrosu olmayan mağdur akademisyen var. Üçüncü sorun özel şart. Adrese teslim kadrolar özel şartın sonucu. Üniversite ilana çıkıyor. İsmi önceden belli kişiyi almak için o kadar çok şart sayıyor ki, ilan eden kadroya başka hiç kimse başvurmuyor. Bu boşluk yüzünden üniversiteler torpilin en çok döndüğü kurumlara dönüştü. Üstelik gözünü karartmış durumda rektörler. Oğlunu, kızını, damadını kadroya alan rektörler var. Hiçbir şey olmuyor bu yöneticilere. Çünkü sistem böyle. Damadını bakan yapan cumhurbaşkanı varken damadını asistan yapan rektöre kim ne diyebilir ki? Dördüncü önemli sorun kadınlarla, yani toplumsal cinsiyetle ilgili. Üniversitelerde kadınlara değil, erkeklere pozitif ayrımcılık yapılıyor. Unvan yükseldikçe kadınlar yerini erkeklere bırakmakta. Araştırma görevlisi ve öğretim görevlisi gibi nispeten alt düzey kadrolarda yüzde 50 üstünde olan kadın akademisyen oranı doktor öğretim üyesinde yüzde 45,6, doçentlikte yüzde 40,1, profesörlükte ise yüzde 32,4’e düşmekte. Kadın idareci oranı ise çok daha kötü. Dekanların yüzde 17,9’u, rektörlerin ise sadece yüzde 8,7’si kadın. Üniversitelerde bile kadınlar dışlanıyor. İşin özeti bu. Son olarak vakıf üniversitelerine değinilebilir. Vakıf üniversitelerindeki öğretim elemanı maaşlarını devlet üniversitesindeki akranlarıyla eşitleyen bir kanunumuz var. Ama uygulamıyor bu kanunu rektörler. Düşebiliyor musunuz, devletin kanunları vakıf üniversitelerinde ciddiye alınmıyor. Peki, ne yapıyor YÖK bu durum karşısında? Hiçbir şey. Ne bir rektör görevden alınıyor ne de doğru dürüst bir denetim var. Akademisyenlere reva görülen bu zulmün bitmesini istiyoruz. Dün olduğu gibi bugün de liyakati esas alan demokratik üniversite Türk toplumunun vazgeçilmez ülküsüdür.”