Uzmanlar Başkent’in geleceği için kaygılı

Uzmanlar Başkent’in geleceği için kaygılı

Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin panelinde Başkent’in geleceğini tartışan uzmanlar, Ankara’nın plansız, çağdaş bir kent olma hüviyetini kaybeden, ulaşımda sorunlarla boğuşan, belleğini ve doğasını kaybeden bir kent haline geldiği uyarısında bulundu.

Mimarlar Odası Ankara Şubesi Dünya Mimarlık günü etkinliklerine devam ediyor. Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Bu kapsamda Ankara’nın Başkent Oluşu’nun 93 yıl dönümü dolayısıyla Ankara’daki son 25 yılın kentleşmesinin ele alındığı “Başkent’in geleceğini tartışmak” adlı panel düzenledi.

Panelin moderatörlüğünü Bilkent Üniversitesi Kentsel Tasarım ve Peyzaj Mimarlığı Bölüm Başkanı Doç. Dr. Bülent Batuman üstlenirken, panele konuşmacı olarak Erhan Öncü, Abdi Güzer, Bilkent Üniversitesi Yrd Doç. Oktan Nalbantoğlu, Mersin Üniversitesi Siyaset Bilimi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ali Ekber Doğan katıldı.

Ankara ideoloji ve mekan ile çatışmalı bir ortama dönüştü.

Panelin açılış konuşmasını yapan Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanı Tezcan Karakuş Candan, şunları söyledi:

“Kadim kültürlere ev sahipliği yapmış Ankara 93 yıldır Cumhuriyetin Başkenti olarak 25 yıla yaklaşan belediye başkanın uygulamaları ile giderek başkent olma özelliğini kaybediyor. İdeolojinin mekana yansıdığı bir süreçte yerel ve merkezi iktidarın uygulamaları ile çatışmalı bir ortam olduğunu hepimiz yaşıyoruz. Yıllardır mimarlık ortamı olarak ideoloji ve mekan bağlantısını toplumla paylaşmaya ve bu konuda tavır almaya, Başkent kimliğini sahiplenmeye davet ediyoruz. Binaların yıkımı kültürel mirasa yönelik sürdürülen tehditler Atatürk Orman Çiftliği ve Kaçak Saray mücadelesinde ideolojinin mekana yansıması, mekana yapılanın ideolojik olması sürecine ilişkin toplumda farkındalık geliştirdi. En son Anıtkabir’de yapılan çocuk parkı, halı saha ile birlikte ideoloji ve mekan konusunda bir bilinç sıçraması yaşandı. Kent hakkı kavramı, geçmiş ve gelecek değerleri ile mekanın yaşayan bir varlık olduğu toplum tarafından anlaşılır hale geldi. Başkentin geçmişi geleceği ve kimliği, söylemlerin toplum tarafından anlaşılma süreci ile yeni bir kulvara girmiştir. Mekana yapılan sadece mekanı etkilemekle kalmıyor, değerlerimizi, geçmişimizi, geleceğimizi yok etmenin adımları olarak hepimize geri dönüyor.”

“Ankara’yı parsel parsel yeniden yaşanabilir hale getireceğiz.”

Candan, “Panelde Ankara’nın gökçek yönetimindeki 25 yılını değerlendireceğiz bütün bu olağanüstü hal ve gerçek üstü hal süreçleri ile kente yönelik tahribatları nasıl giderebiliriz, yeni bir başkent nasıl tahayyül edebiliriz, onları konuşacağız. Parsel parsel satış karşısında Ankara’yı, parsel parsel yeniden yaşanabilir hale getirmenin mücadelesine yol gösterici olacak bu paneldeki her konuşma bizim için çok değerli. Hiçbir şey bizim mücadele ve daha yaşanabilir bir kent azmimizi engelleyemez. Her hal ve koşulda mücadeleye devam edeceğiz, Ankara için umut tohumları ekmeye devam edeceğiz” diye konuştu.

“Ankara yaşanmaz bir kent haline geldi”

Oturumun Moderatörü Bülent Batuman, “Kentsel anlamda koşullar pek parlak görünmüyor. Geçtiğimiz 25 yılı değerlendireceğiz. Bu 25 yıla karakteri veren şey siyasal islamın kent yönetimini elinde bulunduruyor olması. Bunun ilk üçte biri sadece belediyelerde ikinci kısmını hem yerel hem merkezi iktidarın bulunduğu koşullar yaşadık” dedi.

Ulaşım Uzmanı Erhan Öncü ise Ankara’nın ulaşımdaki son 25 yılını görsellerle şöyle değerlendirdi:

“Ankara’da ulaşım politikaları oluşturulmadan projeler uygulandı. Özet olarak 1990’yılından 2015 yılına kadar Ankara ulaşımında planda olmayan karayolu bağlantıları ve genişletmeleri yapıldı. Ulaşım ana planında olmayan yol genişletmeleri, yol kavşakları, yol düzeltmeleri hepsi yapıldı, bir taraftan da plan yapılmaya çalışıldı. Bir taraftan planda olmayan karayolu yapıldı, bir taraftan planda olan raylı sistemler yapılmadı. Bu çok ciddi biçimde pozisyon belirlemedir. Toplu taşımada kamu işleticileri zarar ederken, bireysel işleticiler çok karlı oldu. Rantlar ve plaka değerleri yükseldi. Çünkü kamu ona yol açtı. Yaya olmak ve toplu taşım kullanmak cezalandırılmaya sebep oldu. İnsan değil, taşıt öncelikli, toplu taşım değil otomobil öncelikli, toplu taşımada kamu değil bireysel öncelikli, toplu taşımada kamusal değil kurumsallaşmamış olan bu politikaları hayata geçirdiler. Ankara yaşanmaz bir kent olurken birileri ulaşımı kullanarak defalarca zengin oluyor. Sonuçta biz de izliyoruz. Yaya ulaşımı zorlaştırıldı, engeller hiç dikkate alınmadı.”

“Ulaşım ana planı doğmadan öldü”

Ulaşımda yol ve ranta dayalı bir saadet zinciri oluştuğuna dikkat çeken Öncü, sözlerine şöyle devam etti:

“Yeşil alanların yapılaşmaya açılması, AVM inşaatları işletme rantları, bütün bunlar 25 yıldaki gelişmenin arka planının oluşturuyor. Gerek yerel gerek merkezi yönetimle ilişkili hangi şirket var o şirket hangi işi alıyor. Kamu İhale Kurumu’nun bile artık yeter dediği ihaleleri görebilirsiniz. 6 yeni bulvar kaç yerde rezidans AVM inşaatının rantın habercisidir. Metroyu beş aktarmayla yapınca insanlar özeli kullanıyor. Türkiye’de en çok otomobil sayısı Ankara, İstanbul bile yakalayamıyor. Bundan sonra da mevcut rant odaklı politikalar devam edecek raylı sistemler daha da gecikecek. Ulaşım ana planı karanlık içinde yapıldı ve sürekli değiştiğini duyuyoruz. Ankara’da askeri birlikler kent dışına çıkarıldı deyince planın temeli olan veriler nüfus işgücü çalışma alanları hepsi dışarıda kaldı o plan bozuldu nazım imar planı bozuldu, buna dayanan ulaşım ana planı da bozuldu. Bu yüzden bakanlıkta bekleyen ulaşım ana planının hiçbir geçerliliği yok. Askeri alanlara gökdelenler rant kuleleri inşa ettiğimizde bu plan hiçbir işe yaramayacak. Bu plan doğmadan ölmüş bir plan olacak.”

“Ankara çağdaş kent hüviyetini kaybetti”

Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi Abdi Güzer ise Ankara’nın çağdaş kent olma hüviyetini kaybettiğine dikkat çekerek, şunları kaydetti:

“ Kültür ve sanat başkenti olan bir kentin artık başkent olup olmadığını gerçek anlamda sorgular hale geldik. Türkiye’deki yoğunluk İstanbul’a doğru kaydırılıyor. Türkiye’nin bir çok dinamiği İstanbul’a doğru kaydırılıyor. En önemlisi de sanayi hala orada, içinde de diğer illerin kendi kimliklerin ve ekonomik varlıklarını koruması çok da mümkün görünmüyor. Ankara’nın bugünkü durumuna baktığımızda hep kendi içinde birçok olumsuzluğu taşıyacak varlık gösteriyor. Ankara’daki nüfus artış hızına baktığımızda ciddi göç alan bir kent aldığını görüyoruz. Planlı büyümesinden söz etmek oldukça güç. “ Ankara’nın planlaması üzerine de geçmişten bugüne değerlendirmede bulunan Güzer , 2000 yılında planla kent arasındaki ilişki tamamen kopmuştur, teslim olunmuştur.Bütüncül planı bir kenara bırakarak parçalar halinde kendi dinamikleriyle gelişen alt bölgeler ve bu bölgelerin diğer bölgeler üzerindeki baskısıyla gelişen eklektik planlama dönemine girdik. Mısır patlaması olarak değerlendiriyorum. Nereden ne çıkacağını öngöremediğiniz bir durumla karşı karşıya kalıyorsunuz. Bu durumu meşru hale getirmeye ve parçacıl hale getirmeye çalışıyorlar.”

“Kentin ekosistemi bilinçli yok ediliyor”

Bilkent Üniversitesi Yrd Doç. Oktan Nalbantoğlu da, kentsel planlamada rol model olan Ankara’nın yıpranması, planlı bir kentten tesadüfü bir kentsel planlamanın olduğu, uygulamanın planlamadan önde gittiği bir kent haline nasıl geldiğini anlattı.

Jansen ve Lörcher Ankara planlarını anlatan Nalbantoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

“1920 ve 1950 arasında yaşananlara baktığımızda Ankara’nın modern, yönetim olarak öz güvenli, sağlıklı çevreler yaratan bir kent olma disiplini ortaya koyuyor. 1950’den 1980’lere kadar Ankara’da durağanlık görülüyor. 1980’lerden sonra bütüncül planlamanın daha alt ölçekli parçalanarak planlanarak ve yönetilmesi hedefleniyor. 1990’lardan sonra tüm kötü niyetiyle kullanılan parçacıl bir planlamanın altyapısını oluşturuyor. Yeni bir kentsel model oluşturulma sürecinde son 25 yılda bilinçli bir yaklaşımla Ankara’yı başkent olmaktan uzaklaştırılıyor. Finans merkezi Ankara’dan uzaklaştırılması çok önemli bir süreçtir henüz bunun daha dramatik etkileri yaşanmadı. Kent üretmiyor ama göç almaya başlıyor. Bu gelecekte bir sosyal patlamanın da önemli kriterlerini oluşturacak.

“Ankara belleğini kaybetmek üzere”

Dikmen Vadisi ve Portakal Çiçeği Vadisi katılımcı süreci göz önüne aldığında rol model alındığını belirten Nalbantoğlu, “Günümüzde halkının da kentsel demokrasiye inancını yitirdiğini görüyoruz. Bir anda kentler rantın da öne çıkarılmasıyla bir taraftan kentsel dönüşüm modelleri uygulanamamaya başlandı. Bugün gelinen süreçte bugünkü kentsel dönüşüm projeleri Dikmen Vadisi’ni mumla aratır hale geldi. Rüzgar koridorları o kadar sıkıştırıldı ki artık kente hizmet edecek bir ekolojik bütünlükten söz edemez hale geldik. Kentin bir ekosistemi yok ve bilinçli yok ediliyor. Doğamızı ve vadilerimizi kaybettik, bunun yanı sıra belleğimizi de kaybetmeye başladık. Önce tarihimize belleğimize sahip çıkalım ki modern kentin anahtarını da elde edelim. Ankara belleğini kaybetmek üzere. 1940’larda 1950 kentsel katmanları yok etmeye başladık, kentsel katmanların her birinin özgünlüğü var. Ulus Tarihi Kent Merkezi, Hamam önü ve Ankara kalesinde önemli bir kentsel kıyım yapılıyor. Hafızası, belleği ekolojisi, coğrafyası olmayan bir kentten nasıl gelecek bekleyeceğiz” diye konuştu.

“Gökçek belli bir tarafın koç başı gibi davranıyor”

Mersin Üniversitesi Siyaset Bilimi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ali Ekber Doğan, son 22 yılında kenti yöneten Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in söylemlerini değerlendirdi. Bu söylemlerin halk için neler ifade ettiğini anlattı.

Doğan, “Gökçek gibi siyasetçilerin önünü açan küçük muhafazakar gurupları içinde yer alan kişileri siyasetin merkezi içine getiren sola aydınlara baskıcı yüzünü gösteren uygulamalardı. Tanıl Bora’nın dediği gibi Ankara Gökçek iktidarıyla birlikte büyük bir Çankırı’ya dönüştü. Ankara’nın nüfusu arttı ama Ankara’nın sosyal ruhu bir taşra kasabasının zihniyetine büründü. Kendisine destek olan kesimlere özel bir ayrıcalık tanıdığı hissiyatı yaratıyor. Bir tane onların varlığıyla kalkınan bir kesim var, bir de geri kalanlar var. Modernite öncesi milliyetçi İslami hislerine hitap etmek adına sanatın içine tükürmek, Ethem Sarısülük’ün vurulduğu yere polise teşekkür pankartı asmak gibi siyasi meczupluklar yapmak tan geri durmuyor. Bunlarla gündeme gelmeye çalışıyor. Belli bir tarafın koçbaşı gibi davranarak kendi tabanını da harekete geçiyor” diye konuştu.