MESNEVÎ-İ MANEVÎ

MESNEVÎ-İ MANEVÎ YAHYA AKSOY
1244 yılında Konya’ya gelerek Hz.Mevlânâ ile buluşan Şemsettin Muhammmed Tebrizi (Tebrizli Şems), Mevlânâ’nın seçkin müritlerinden Selahaddin Zerkup’un medresedeki odasına gittiler ve uzun bir süre iki kişilik kesin bir yalnızlık(halvet) içinde , ilahî duygularını ve düşüncelerini paylaştılar. Mevlânâ’nın yaşamında büyük bir değişiklik oldu. Bir süre sonra (1245) Tebrizli Şems Konya’yı terk etti. Şam’da olduğu anlaşılınca , Sultan Veled ve çok sayıda arkadaşı Şam’a giderek, Şems’i Konya’ya davet ettiler. Konya’ya dönen Şems 1247 yılında tekrar ayrıldı ve bir daha da dönmedi. Türbesi, Hacı Bektaş Dergâhı’nda diğer Horasan Alperenleri’nin yanındadır.
İslâm tasavvufunda büyük bir yeri bulunan Mesnevî-i Manevî, Hüsamettin Çelebi aracılığı ile yazıldı. Bir gün birlikte yapılan sohbet sırasında Çelebi, ” Müritler, tasavvuf yolunda bir şeyler öğrenmek için ya Hakim Senaî’nin “Bahçe” adlı kitabını ya Attâr’ın ” İlahinâmesi”ni okuyorlar. Oysa bizim de eğitici bir kitabımız olsaydı, herkes bunu okuyacak ve ilahî gerçekleri ilk elden öğrenecekti” dedi. Bunun üzerine Mevlâna, sarığının katları arasından bükülmüş bir kağıdı Çelebi’ye uzattı. Bu belgede Mesnevi’nin ilk 18 beyiti yazılmıştı. Mevlâna, Çelebiye ” Ben başladım,gerisini sen yazarsan ben söylerim ” dedi ve bu çalışma yıllar boyu sürdü. Mevlâna Müzesinde (1278 tarihli) bulunan , 25.618 beyitten oluşan ve tasavvuf öğretisini çekici öyküler aracılığı ile açıklayan 6 ciltlik Mesnevî eseri ortaya çıktı.
Besmeleyle başlayan Mesnevî’nin ilk 18 beyiti (Mesnevi-i Manevi)şöyle :
“Dinle, bu ney neler hikâyet eder,/Ayrılıklardan nasıl şikâyet eder,
Kamışlıktan kestiler çığlığım dinmedi/ Feryadımı duyan kadın, erkek,cümlesi ağlayıp inledi,
Ayrılıktan parça parça olmuşum/Yürek isterim ki özlemimi açayım,
Kökünden kopan kişi dolanır durur/ Yeniden buluşma zamanını arar,
Her toplulukta ağlayıp inledim/İyilerle de kötülerle de hemhal oldum,
Herkes kendince beni dost bildi/ Kimse içimdeki gizi deşmedi,
Benim gizim feryadımdan ayrık değil/Her kulak duymaz onu, her gözün göresi âşık değil,
Ten candan can tenden gizli değil/ Gel ki canı görmeye kimse izinli değil,
Bu neyin sesi ateştir nefes değil/İçine bu ateş düşmemiş kimse değil,
Aşk odu neyin içine düşmüş/Coşkusu şarabın içinde erimiş,
Neydir dosttan ayrılanın hem demi/İniltisinden perdeleri yırttı perdemi,
Kim gördü ney gibi hem bir ağı hem ilaç/ Ney ki hem bir hem dem hem bir yoldaş,
Ney kan dolu bir yoldan söz etmekte/Mecnûn’un aşk kıssalarını söylemekte,
Akılsızdan başkası değildir aklın sırdaşı/ Dilin de kulaktan başka bulunmaz müşterisi,
Derdimizden günler şaşırdı/Vakitler yanlışlarla yoldaş oldu,
Günler geçip gidiyorsa varsın gitsin korkumuz yok/Ey benzersiz arınmışlık yeter ki sen kal,
Balıktan özge her nesne suya kandı/ Rızıksızlara gün uzadı mı uzadı,
Pişmiş erin halinden anlamaz ham/ Öyleyse söz kısa kesilmelidir vesselam.”
Mevlâna’nın diğer eserleri ,Divan-ı Kebir, 40 bin beyitten ibarettir. Fihi Ma -Fih (Ne varsa içindedir), sohbetler işlenmiş 61 bölümden meydana gelmiştir. Mecalis-i Seb’a (Mevlâna’nın 7 vaazı), Çelebi Hüsamettin ve oğlu sultan Veled tarafından not edilmiştir. Mektubat (Mektuplar), devlet adamlarına ve insanlara nasihat veren 147 mektuptan ibarettir.
30 Eylül 1207’de belh’te doğan ve 17 Aralık 1273 ‘de Konya’da hayata gözlerini yuman ve “Ölümümüzden sonra, mezarımızı yerde aramayınız ! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir” diyen Mevlânâ Celâleddin-î Rumî için her yıl aralık ayında yapılmakta olan” Şeb-i Arûs” törenleri, Mevlânâ’yı anma, anlama ve anlatma günleridir.
Dünyanın ve bütün insanlığın aradığı barış, sevgi ve hoşgörü , Türk Kültürü’nün temel eksenidir. Mevlânâ, bunun en büyük temsilcilerinden birisidir.Bilgi ve sevgi paylaşıldıkça büyür…