ÇOBAN KÜLTÜRÜ

ÇOBAN KÜLTÜRÜ

YAHYA AKSOY
çoban kültürü, Orta Asya bozkırlarından Anadolu yaylalarına uzanan “Oğlunla oba,kızınla komşu ol”
geleneğine dayanan , özgün sosyal,kültürel ve ekonomik özelliklere sahip bir yaşama felsefesini ifade
eder. Bozkır kültürü olarak ifade edilen çoban kültürü ile harmanlanan Asya ve Anadolu çoğrafyası ,
zengin ve renkli halk kültürümüz ile bütünleşmiştir.
Keklik öten, kekik biten yaylalarda, tarlalarda, bahçelerde, bağlarda yaşayan insanları sembolü olarak
değerlendirlmekte olan çobanlar, sabahları horoz ötüşleri arasında keklik sesiyle uyanırlar ve akşamları
köpek havlamaları, kuzu sesleri, güvercin ötüşleri arasında huzur ve mutlulukla uykulara dalarlar.
Dört bir yanı çoban çeşmeleri ile donatılmış köylerin otlakiyelerinde, derelerinde ve tepelerinde,
sırtlarında( abası)kepenekleri, elinde kavalı,önünde heybeli eşeği ve yanında karabaş köpeği , büyük ve
küçükbaş hayvaları ile baş başa olan çobanlar, kırsal hayatın vazgeçilmez meslek erbabı olarak halk
arasında sevilirler.Halkın bir parçası, hayvanların can yoldaşı olarak romanlara ve şiirlere konu olan
çobanlar, halk kültürümüzün özgün parçalarıdırlar.
Ünlü şair Faruk Nafiz Çamlıbel “ÇOBAN ÇEŞMESİ” şiirinde şöyle der:
“Derinden derine ırmaklar ağlar, /Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,
Ey suyun sesinden anlıyan bağlar, /Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi.
Göynünü Şirin’in aşkı sarınca , /Yol almış hayatın ufuklarınca,
O hızla dağları Ferhat yarınca,/ Başlamış akmağa çoban çeşmesi.
O zaman başından aşkındı derdi, /Mermeri oyardı, taşı delerdi.
Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi,/Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi.
Vefasız Aslı’ya yol gösteren bu,/ Kerem’in sazına cevap veren bu,
Kuruyan gözlere yaş gönderen bu,/Sızmadı toprağa çoban çeşmesi.
Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda,/Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda,
Ateşten kızaran bir gül arar da,/Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi,
Ne şair yaş döker, ne aşık ağlar,/ Tarihe karıştı eski sevdalar.
Beyhude seslenir, beyhude çağlar, /Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi.”
Çoban kavalının yanık, donuk ve içli sesine akseden musiki ile tüm canlılar dinlenir,eğlenir ve ruhlarını
yıkarlar. Çobanların ritimli ıslık sesi ile koyun ve kuzular, çoban çeşmeleri önünde kurulan su içme
yerlerinden susuzluklarını doya doya giderirler.Kendileri de avuç avuç su içerek yorgunluklarını
üzerlerinden atarlar. Ellerini ve yüzlerini yıkayarak serinler,dinlenir ve dinçleşirler.
Doğaya, insana ve özellikle çobanlara gönlünü açan ünlü şair Kemalettin Kamu şöyle demekte:
“Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum,/Bu dağların eskiden aşinasıdır soyum.
Bekçileri gibiyiz, ebenced buraların,/Bu tenha derelerin, bu vahşi kayaların,
Görmediği gün yoktur sürü peşinde bizi,/Her gün aynı pınardan, doldurup testimizi,
Kırlara açılırız çıngıraklarımızla…
Nadir duyabildiği taze bir heyecanla,/Karıştım o gün bugün bu zavallı çobanla
Bingöl yaylalarının mavi dumanlarına,/Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına.”
Kemalettin Kamu, “Bingöl Çobanları” şiirinde, Anadolu insanını, kendi yaşayışı içinde ele alıyor. O, bir
yolcu veya yabancı değil, bu toprakların yerlisidir. Soyu “bu dağların eskiden beri âşinâsı”dır. Çobanlar,
buraların “ebenced” bekçisidirler. “Tenha derelerin, vahşi kayaların” onları sürü peşinde görmediği gün
yoktur. Burada bir “geçiş” değil, bir “kalış”, öteden beri bu topraklarda yaşayan bir insanın hayatı ve
duyuş tarzı ifade edilirken, bu farklı duruş ,şiire bir hüviyet veriyor.

Şair, eserinin kahramanı olan çobanı, bizzat konuşturmak suretiyle tanıtıyor. Bu anlatış tarzı, şiire lirik bir
karakter kazandırıyor. Burada şairin çobanla ruhi kaynaşmasını görebiliyoruz.
Ünlü şair Enver Bilgiç,çobanların öyküsünü dizelerine aktarmış:
“Çocuk yaşta beni dağa attılar,/ Kepenek altında sabah eyledim,
Önüme bir sürü davar kattılar,/Toz toprak içinde iflah eyledim.
Kuru somun peynir soğandı aşım,/Ot saman olurdu hep üstüm başım,
Karışırdı terim ilen göz yaşım,/Bazen isyan edip günah eyledim.
Yaylanın düzünde kışlamız vardı,/Koru buram buram ardıç kokardı,
Yazın güneş çarık gibi yakardı,/Yaban hayatı ben essah eyledim.
Gün doğmadan sürü dağlara yürür,/Derelerden bazen duman sel yürür,
Karanlıkta sanki çalı dal yürür,/Sabrımı korkuya silah eyledim.
Dağda taşta zormuş karın tokluğu,/Kapatır yolları karın çokluğu,
Aklıma düştükçe yarin yokluğu,/Kavalla dertleşip ferah eyledim.
Saf masum hayvanlar can dostum oldu,/Yaylalar ovalar neşeyle doldu.
Patikalar huzur veren yol oldu,/Baykuş konan ini dergâh eyledim.
Coşkuyla meleşir kuzu koyunlar,/Kaymak gibi sütler sımsıcak yünler,
Bir ömre bedelmiş o kutsal dünler,/Hiç aklımdan çıkmaz eyvah eyledim.
Dünyadan habersiz gözden ıraktım,/Çoban olmak için belki çıraktım,
Ben sevdamı dağda,kırda bıraktım/Divane gönlümü ıslah eyledim.
Bir nefes gibiydi geçti seneler,/Kulaklarımda hep kuzular meler,
Harmanda savrulup uçtu teneler,/Düvenler üstünde semah eyledim.”
Onbeşin üzerinde esere imza atarak kültür tarihimize büyük katkılar sunan,2017’de Halk Kültürü üstün
hizmet ödülü’ne layık görülen, eski müze müdürlerinden Ahmet Semih Tülay, Asya’dan Anadolu’ya
uzanarak yaşatılan “ÇOBAN KÜLTÜRÜ” üzerinde uzun yıllar yaptığı araştırmalarını, “İlk Çağlardan
Günümüze ÇOBAN KÜLTÜRÜ I VE II -Sözlük,Atasözleri ve Deyimler” adlı 820 sayfalık iki ciltlik
eserlerinde çarpıcı örnekleriyle harmanlamıştır.(Afyonkarahisar Belediyesi Kültür yayınları no :28 ve 29
). Bu örnek kültür hizmetinde , tüm emeği geçenleri kutluyorum.Sığırtmaç ölmüş sopası
kalmış,sığırtmaçlık yok olsa, kitabı kalır.
Eski sevdalar ve eski meslekler tarihe karışsada ,izleri ve dumanları , esintiler halinde hayatın bir parçası
olarak hep yaşamaya devam ederler.Tıpkı çoban-çobanlık ve çoban kültürü gibi. Bozkırın insanı ,havası,
suyu,geleneği ve alışkanlıkları renklerle bezenmiş çoban kültürünü oluşturur.
Yaylaların koyunsuz, kuzusuz ve çobansız kaldığı bu ortamda, yeni yılda çobanlara, umut , iş ve
mutluluk ,şairlere yeni şiirler ve araştırmacılara yeni eserler yazmaları dileklerimizle.

YAHYA AKSOY