İRONİ Mİ?

İRONİ Mİ?

Sarıklı amiralin tarikattaki görüntüsünün ardından, Hava Kuvvetleri’nde yeşil takkeli
subaylara dair dillendirmeleri gezdiriyorken zihnimde; ABD’nin Eski Dışişleri Bakan
Yardımcılarından Richard Holbrooke’un geçmişte, “Türkiye ve Malezya gibi; hem Müslüman
olup, hem de seküler olunabiliyor,” deyişiyle başlayan “Türkiye Malezya olur mu?”
tartışmasını anımsadım.

2007 sonbaharında, Malezya polisinin oruç tutmayanları cezalandırdığına ilişkin
haberlerin gelmesi ve Başbakan Abdullah Bedevi’nin: “Malezya bir İslam devletidir” vurgusu,
dikkatleri Malezya’ya çevirmişti.

Hürriyet gazetesinden Ezgi Başaran ile Yeni Şafak gazetesinden Ayşe Böhürler’in yaptığı
röportajlar o süreçte, gerçekten, ilgisini çekmişti insanların.

Malezyalı Müslüman iki avukatla yapılan söyleşide; avukatlardan biri, kendine göre, şöyle
uyarıyordu Türk halkını:
“Üç yıl önce İstanbul’da, bazı entelektüellere, ‘Türkiye İslamlaşıyor,’ dedim. Bana;
‘Mümkün değil, Türkiye’nin supapları var’ dediler…

Bundan on yıl önce, Malezya’da geldiğimiz noktayı ben de hayal bile edemezdim. Ve böyle
giderse, sivil toplum kendine gelip frene basmazsa, Malezya İran, Türkiye de Malezya
olacak.”

25 Eylül 2007 günkü makalesinde Oktay Ekşi, yukarıdaki diyalogu kullandıktan sonra,
“Hadi diyelim ki, Ezgi Başaran bu röportajı tarafsız bir anlayışla yapmadı… Peki, ama
bugünkü iktidarın destekçisi Yeni Şafak gazetesi de mi; yazar Ayşe Böhürler de mi o niyetle
kaleme sarıldı,” diye sürdürdüğü yazısında, Ayşe Böhürler’in eski Malezya Başbakanı
Muhammed Mahathir’in kızı Marina Mahathir ile yaptığı söyleşiden kısa bir bölüm aktararak,
Marina Mahathir’in: “İslami parti olan bir muhalefet partimiz var. Ve şu anda bir eyaleti onlar
yönetiyor. Bu parti bazen hükümetten daha Müslüman olduğu oyununu oynar. Hükümet
kendisinin de İslami olduğunu ispatlamaya çalışarak tepki gösterir. Dolaysıyla biz iki ateş
arasında kalırız,” deyişini yorumlamıştı.

Asıl işitilecekleri ise o günlerde, Malezya’nın Eski Başbakan Yardımcısı Enver İbrahim
söylemişti.
Milliyet gazetesinin sorularını telefonla yanıtlayan İbrahim’e göre, Richard Holbrooke’un
Malezya ve Türkiye ile ilgili sözleri kendini bağlardı. Ne var ki, gerçeklere bakılacak olursa
Malezya’da demokrasi ve ifade özgürlüğü yoktu; insanlara hiçbir özgürlük sağlamayan
acımasız kanunlar vardı. Yargı da bağımlıydı bütünüyle.
Ve haliyle, basın özgürlüğü yoktu Malezya’da. Sadece hükümetteki parti tarafından
yönetilen medya organlarına lisans veriliyordu…

Enver İbrahim açısından, Türkiye ile Malezya’nın demokrasi karşılaştırması kesinlikle
doğru değildi. Türkiye demokrasi ülkesiyken, Malezya son derece antidemokratikti.
Türkiye’de seçimler özgür ve adil bir ortamda gerçekleşiyordu.
Ve basın özgürdü. Müslüman dünyasında da demokrasi, insan haklarına saygı ve kadın
erkek eşitliğinin gözetilmesi bakımından Türkiye, çok önemli bir örnekti…
Eski Başbakan Yardımcısı Enver İbrahim, Malezya hükümetinin boğazına kadar yolsuzluğa
battığını vurgularken, baskıcı ve adaletsiz politikalara dinin alet edilmesini alay edilecek bir
durum diye değerlendirmişti.
Acımasız yasalara karşı geldiği için 6 yıl hücre cezası çektiğini söyleyen İbrahim,
umutsuzdu ülkesi adına.

13 yıl geçti aradan.
“Türkiye Malezya olur mu?” tartışmasını o günlerde tedirginlikle izleyenler; 2021 Ocak ayı
ortalarında, “Biz de acaba Malezya gibi olabilir miyiz?” diye dünkü kâbusunu artık, aşağıdaki
nedenlerle, umut olarak görebilirdi.
Türkiye’nin demokrasiyle bağını tamamen kopardığı, Uluslararası Yolsuzluk Algı
Endeksi’nde de; kimilerinin adını yeni işittiğimiz, Trinidad, Tobago, Burkina Faso, Doğu
Timor’la birlikte Hindistan ve Fas gibi ülkelerle aynı puanı paylaştığı bir süreçte, ilginç
gelişmeler gözleniyordu Malezya’da.
Kurumsal yapılarının iyileştirilmesi yönünde önemli adımlar atan Malezya, yolsuzlukla
mücadele etmek için örneğin, etkili bir ajans kurmuştu.
Sözcü Gazetesi yazarı Çiğdem Toker, üyesi olduğumuz OECD’nin, Türkiye raporunu
açıkladığı çevrimiçi toplantıda; OECD Ülke Araştırmaları Direktörü Alvaro Pereira’ya yönelttiği
bir sorunun yanıtını, 18 Ocak 2021’de, şöyle aktarmıştı:
“Birkaç yıl önce Malezya’da bazı sorunlar vardı. Yolsuzluk göstergeleri açısından pek iyi
görünmüyorlardı. Harekete geçmeye karar verdiler ve başbakanlığın yanında bir daire
kurdular. Yolsuzlukla mücadelede kurumsal arka planı, kurumsal biçimlenmeyi, hukukun
üstünlüğünü önemli ölçüde güçlendirmeye karar verdiler. Bu adım yabancı yatırımcıların
ilgisini çekti. Sonuçta çok daha fazla yabancı yatırım çekmeyi başardılar. Pandemi çıkıncaya
kadar da gayet iyi gidiyorlardı. Türkiye de aynısını yapsa bence iyi bir fikir olur.”
Toker’in anımsatmasıyla; Pereira’nın sözünü ettiği ajans, Malezya tarihinin en büyük
rüşvet ve yolsuzluk skandalının ardından girmişti devreye.
Her neyse;
Zihninizdeki, “Neredeeen nereye” dedirten şeylerin karamsarlık değil, onarım için, güç
üretmesi dileğiyle…

Ferruh SİDAR