NUR BABA”DAN, “BADECİ ŞEYHİN SIR ODASI”NA

NUR BABA”DAN, “BADECİ ŞEYHİN SIR ODASI”NA

FAZLI KÖKSAL

Kendisine bir gazetede köşe tahsis edilmiş bir prof. geçtiğimiz yıllarda yazdığı bir yazısında; “İnkılâp devrinde de roman, bir propaganda vasıtası olarak kullanıldı: Adeta, Çalıkuşu, kadının çalışma hayatına alıştırmak; Sinekli Bakkal, Sultan Hamid devrini kötülemek; Nur Baba, tarikatları zararlı göstermek için yazılmıştı.”* Diyordu…

Kadının çalışma hayatına katılmasını bir olumsuzluk gibi gören yazarın bu tek cümlesi bile; onun ne kadar şabloncu, peşin hükümlü ve bilgisiz olduğunu göstermesi açısından bir ölçüydü…

Bu bilim adamımız (!) üç büyük yazarımızın bu eserlerinin, inkılâpları oturtmak isteyen Cumhuriyet kurucularının talimatı ile yazıldığını ima ediyor… Bu romanları, kendisinin talimatla yazdığı köşe yazılarıyla karıştırmış anlaşılan… O romanlarda sanat var, ilham var, duygu var, estetik var, edebi yetenek var, Türkçeye hakimiyet var ve de ruh var… Bunlar da emirle gerçekleşecek şeyler değil bu bir…

İnkılâplar 1925 ve sonrasında hayata geçirilmeye başlar… Oysa Çalıkuşu 1922’de yazılmıştır… Halide Edip Sinekli Bakkal’ı 1935’de yazmıştır. İlk kez İngilizce olarak İngiltere’de yayınlanmıştır..Halide Edip ve eşi Adnan Adıvar’ın Atatürk ile arasında çeşitli siyasi konularda çıkan fikir ayrılıkları yüzünden 1925’de Türkiye’den ayrılmış, Atatürk’ün ölümünden sonra 1939’da Türkiye’ye dönmüştür… Yani Atatürk ile kavgalı… Atatürk’ün talimatı ile ya da rejime destek için roman yazmış olması mümkün değil… Nur Baba ise 1914-1915 tarihlerinde yazılmıştır… Bırakın inkılâpları, yazıldığı tarihte ortada Cumhuriyet’in emaresi dahi yoktur… Bunlar da iki…Desktop123

Yani Ekrem Buğra Ekinci denen prof.un iddialarının herhangi bir dayanağı yok… Yazar ya bilmiyor; CAHİL… Ya da bilmesine rağmen çarpıtıyor; YALANCI..

Sakallı Celal “Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün olur.” Derken ne kadar haklı…

Bilmediği konularda ahkâm kesen yazarın bu satırlarının bir faydası oldu; lise yıllarında okuduğum Nur Baba’yı bir kez daha okuma ihtiyacı hissettim ve okudum…

Nur Baba’nın ortaya çıkış hikayesi romanda şu cümlelerle verilir; “Nur Baba, Nur Baba olarak doğmamıştı. O, bundan yirmi beş sene evvel, şimdi şeyhlik postunu işgal ettiği bu dergâhın asıl meçhul, cılız bir sığıntısı idi ve muhipler arasında “Nuri” diye çağrılırdı. Selefi Afif Baba dört beş defa evlenmiş olmasına rağmen her nedense evlat mürüvvetinden mahrum kalmış bir adamdı; ömrünün yarısına geldiği zaman bu mahrumiyet kendisini o kadar ezmeğe ve son karısı yüzüne öyle melül bir nazarla bakmağa başladı ki, zavallı mürşit artık yegâne teselliyi başını alıp uzun seyahatlere çıkmakta buldu. Bütün Asya’yı, İran ve Turan’ı dolaştı. İki sene kadar Anadolu’nun göbeğinde kaldı ve işte Nuri’yi oradan alıp getirdi.”

Nuri, yirmisine geldiği zaman, Kara sakallı, güzel sesli, gözlerinde ve sesinde kadınları büyüleyen bir güç olan bir insana dönüşür. Velinimeti Afif Baba ölüm döşeğindeyken, Afif Baba’nın eşi Celile Bacı’yı elde eder. Baba’nın ölümünden sonra da ilişkisini resmileştirerek onunla evlenerek, Afif Baba’nın yerine tarikata şeyh olur…

Tarikatın düzeni Ziba Hanımın tarikata intisabı ile tamamen bozulur. Bu durum romanda şöyle ifade edilir; “Günün birinde Kanlıcalı Ziba Hanımefendi isminde bir kadın tâ meydanın ortasında, kokular ve renkler içinde bir rüzgâr gibi esti ve her şeyi altüst etti.” Zevke ve safahata son derecede düşkün olan Ziba Hanım, “Bu andan itibaren canım da, malım gibi, şu makama feda olsun!” diyerek kendini Nur Baba’ya vakfeder. Ziba Hanım, tekkeye tam anlamıyla yerleştikten sonra, kendisi gibi hafif meşrep insanları da tekkeye getirmeye başlar. Bundan sonra dergah, asıl işlevinin dışında zevk ve sefahat âlemlerinin yaşandığı bir mekan halini alır.”

Nur Baba, Ziba Hanım’ın servetini tükettikten sonra onun genç yeğeni Nigâr Hanım’a gönlünü kaptırır. Nigâr Hanım evli, iki çocuk annesi bir kadındır. Nur Baba’nın Nigâr’ı elde etmeye çalışması, Nigâr’ın ailesini terk edip dergâha katılışı, Nur Baba ile yakınlaşmaları romanın en ilgi çekici bölümleridir. Nur Baba bir süre sonra Nigâr Hanım’dan sıkılarak, genç bir kadın olan Süheyla’ya âşık olur. Nigâr’ın kocasının akrabası olan Macid de Nigâr’a karşılıksız aşıktır. . Nur Baba ile Süheyla evlendikten sonra, Macid’in Nigâr’ı evine geri döndürme çabaları sonuç vermez. Nigâr uyuşturucu ve alkolün pençesinde, dergâhta hayatını sürdürür…

Özetle Nur Baba; ahlaksızlık, sapık ilişkiler, içki, uyuşturucu ve şehvet merkezi haline dönüşmüş bir tekkenin acınası halini anlatır…

Nur Baba yayınlandığı tarihten bu yana tepki almış bir romandır… Bir Bektaşi tarikatını konu aldığı için Bektaşi’ler, bir Tekke’deki ahlaksızlıkları konu alarak, tarikatları zararlı gösterdiği için de “İslamcı” çevrelerin tepkisini almıştı…

Nur Baba’yı okurken; Nuri ile yani Nur Baba ile Adnan Oktar arasında benzerlikler kurdum yer yer… Ama kısa zamanda benim gündemimden düştü…

Ta ki; “Badeci Şeyhin Sır Odası”nı okuyana kadar…

Belgelere dayalı olarak yazılan “Badeci Şeyhin Sır Odası”nı okuyanca, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na “Nur Baba” üzerinden yapılan, zaman zaman saldırı düzeyine varan eleştirilerin ne kadar haksız olduğunu bir kez daha anladım…

Bursa’da Uğur Korunmaz isimli ‘tarikat şeyhi’nin, dergâhına gelenlerle ‘cennet vaat ederek’ cinsel ilişkiye giriyordu. Onlarca müridi sözde şeyhe hem kendilerini hem de eşlerini sunuyordu. Şahıs yargılandı ve 2013’te cinsel istismar suçundan 188 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Gazeteci-yazar Timur Soykan’da mahkeme dosyalarını inceleyerek, “Badeci Şeyh’in Sır Odası” isimli kitabı yazdı…

Mahkemedeki ifadesinde Nakşibendi Tarikatının, Halidiye Kolunun Kırklar tekkesinde Mürşid olarak görev yaptığını söyleyen Uğur Korunmaz, şeyhi ile kendisi ve kendisi ile müritleri arasındaki ilişkiyi, açık açık anlatıyordu:
“Bana pirliği 2005 yılında vefat eden Hasan Burkay Efendi verdi. Hasan Burkay Efendi beni badeledi. Badelemek benim tarikatıma göre pirin cinsel organını yalayıp öpmek ve sonra gelen sıvıyı içmektir. Pirin cinsel organından gelen sıvı sperm değildir, beyaz başka bir sıvıdır. Bu sıvı sadece pirlik verilmiş kişiden gelir.”

Tarikatta zikir yapılıyor, müritler kendilerinden geçiyordu. Ama sır odasındaki ilişkiler ilginçti. Korunmaz sır odasını şöyle anlatıyor; “Zikir esnasında cezbelenen şahıslar benim bulunduğum sır odasına tek tek gelir. Ben gelen bayan ve erkek şahısları cinsel organımı öptürmek ve yalatmak suretiyle badelerim. Bunun dışında şahısların istekleri üzerine erkeklerle ters ilişki, kadınlarla ise ters ve normal yoldan cinsel ilişkiye girdim.”

Pir’in cinsel organına “kelam-i ala”, gelen sperme “bade” diyorlar. Badeci Şeyh işi bitince; içene ‘mübarek olsun’ diyor ve mürit odadan çıkıyor…

Olay tarihinde (2011) 34 yaşında olan internet kafe işletmecisi Ü. S. İfadesinde şu ahlak dışı olayı dini bir ibadet gibi anlatıyor:
“Resmi nikâhlı eşim olan A.S’yi ders alması için Uğur Hoca’nın yanına dergâha götürdüm ve hocamız ile tanıştırdım. (…) Eşime gerek ben, gerekse Uğur Hocam, Allah’a yakınlaşmak, cenneti kazanmak için bade olması gerektiğini söylerdik. Beraber dergâha gittik. Eşim Uğur Hoca’nın bulunduğu sır odasına tek başına girdi. Amacı bade yapmaktı ve yarım saat sonra odadan dışarı çıktı. Ben o sırada dergâhın yan odasında bulunuyordum. Dergâhı eşim ile beraber terk ettik. Eşim ile birlikte yolda giderken bade olayının nasıl geçtiğini sorduğumda bana ilk sıralarda zorlandığını sonra alışarak Uğur Hoca’nın cinsel organını ağzına alarak boşalttığını bana anlattı ve evimize gittik.”

“Nur Baba”nın kahramanları “Badeci Şeyhin Sır Odası”nın kahramanlarına nazaran ne kadar da masum kalıyor?

Bugüne kadar; tarikatlarda, kuran kurslarında, dinci vakıflarda yüzlerce ahlaksız olay ortaya çıktı… Aysbergin görünen yüzü olan bu olaylar, yetkililer ve dinci çevrelerce; “Bu bireysel bir suçtur, o tarikatı (vakıfı) bu nedenle suçlayamayız.”, “MİT Müslümanları suçlu göstermek için bu olayları organize ediyor.”, “Buna bir kere rastlanmış olması, hizmetleriyle ön plana çıkmış bir vakfımızı karalamak için gerekçe olamaz” gibi cümlelerle savunuldu…

İlginçtir bu sapıklıkları eleştiren çıkmadı…

En fazla Müridi bulunan, Cübbeli Ahmet’in de şeyhi bulunan Nakşibendi Tarikatının Halidi Kolundan olan İsmail Ağa cemaatinin Mahmut Efendi Hikmetli Sözler Kitabında şöyle diyor; “Ali Haydar Efendi hazretlerinden işittim. Yarın Ahiret’te kabirden çıkan bir adamı azap melekleri yakalasa, azaba götürürlerken yaka paça, o adam dese ki ‘ben Nakşibendi tarikatının Halidi kolundanım’ dese bırakırlar.” Aynı sözleri Cübbeli Ahmet Hoca da bir televizyon programında söylemişti…

Yani Gerek Mahmut Efendi’ye gerekse Cübbeli Ahmet Hoca’ya göre Nakşibendi tarikatının Halidi kolundan olan Badeci Şeyh Uğur Korunmaz da cennetlik… Gerek Mahmut Efendi, gerekse ekranlara çıkmayı çok seven Cübbeli Ahmet Hoca, kendileri gibi Nakşıbendi Tarikatının Halidi Kolundan olan Badeci Şeyh’i kınamadı… Asıl İlginç olan Cübbeli Ahmmet Hocayı 2013’ten sonra tv. programına konuk eden hiçbir program sunucusu**, bu olayı Cübbeli’ye sor(a)madı…

30.11.1925’te tekke ve zaviyeleri kapatan kanunu çıkaran TBMM’nin ne doğru bir iş yaptığını yıllar sonra daha iyi anlıyoruz. Keşke kanun tam anlamıyla uygulansaydı… Uygulansaydı; ne Kalkancı’lara, ne Müslüm Gündüz’lere, ne FETÖ ihanetine, ne 15 Temmuz ayaklanmasına ne de Badeci Şeyh rezaletine şahit olmazdık…

* Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci 1.10.2014 Türkiye Gazetesi
** Cübbeli’yi 2013’den bu yana televizyon programlarına konuk eden bazı program sunucuları (Program sayısına göre); Fatih Altaylı, Veyis Ateş, Nevzat Çiçek, Murat Bardakçı Okan Bayülgen, Erkan Tan, ,

FAZLI KÖKSAL