KORKU TÜNELİ GİBİ BİR SONBAHAR VE KIŞA DOĞRU

KORKU TÜNELİ GİBİ BİR SONBAHAR VE KIŞA DOĞRU

Yazan Nuri GÜRGÜR

Batı karşısında siyasi ve askeri üstünlüğümüzü kaybetmeye ,bilim ve teknolojide,eğitimin kalitesinde dünyadaki gelişmelerin dışında kaldığımız dönemlerden beri kültürümüzün bir parçası haline gelen alışkanlığımız var; devlet hayatında, kamusal alanda yapılan icraatın ,alınan kararın atılan adımın yanlış olduğu ortaya çıkması durumunda yetkililer sorumluluğu üstlenmek ,başarısızlığı kabullenmek istemezler.Yanlışı yapanlar bir anda buharlaşıp kaybolduğundan kimse hesap vermez ; olay “faili meçhul” dosyası kategorisinde etkisini fiilen sürdürse de toplumun hafızasında gündemden düşer.
Bu tablo , hayatın her alanında, iç ve dış politikada ,ekonomide, tarımda, çevre. meselelerinde , sağlıkta eğitimde,terörle ilgili konularda hep aynıdır.Mesela Doğu Akdeniz’de niye tek başımıza kaldık, Mısır ile hangi konuda çıkar çatışmadı yaşadığımız için hasım haline geldik, İsrail ile ilişkililerimiz daha farklı bir kulvarda , karşılıklı çıkarlara dayalı tarzda yürütülemez miydi ? Suriye merkez yönetiminin etkisiz kalması durumunda oluşacak boşluktan kimlerin yararlanacağını önceden görüp adımlarımızı buna göre ayarlamak çok mu zordu? Akademik alt yapı hazır olmadan , orta öğretimde kalite yükseltilmeden üniversite. sayısının artırılmasınıın gençlerimizin zeka ve kabiliyetini körelteceğim ,bilim ve teknolojide gelişmemizi engelleyeceğini neden düşünmedik? İttihatçıların büyük savaş sırasında , Mustafa Kemal’in erken Cumhuriyet döneminde “
mİlli ve yerli sanayi” ihtiyacını “yerli malı ürün” ün önemini görüp ellerindeki imkanları bu alanlara yönlendirmeleri gibi tecrübelerimiz olmasına rağmen kaynaklarımızı niçin ithalat-inşaat -inşaat alanlarında tükettik? Tamam , Osmanlı’da”n devraldığımız “ dış güçler” diye tanımlanan geleneksel bir sorunumuz var. Dışarıdan destek alamadığımız, tersine çoğu kere engellendiğimiz, kendi yağımızla kavrulmaya çalıştığımız doğru ama yaşanılan her olumsuz olayın bundan kaynaklandığı iddiası fazla bir abartma hatta bazen vehim olmuyor mu ? Bu konularda kendi yanlışlarımızı yok saymak sorumluluktan kaçmak değil mi? Yapılan yanlışın düzeltilebilmesi için evvela bunu görüp kabullenmek gerekmiyor mu?
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın dünkü açıklamasını duyunca O’nun adına üzüldüm. Konumu gereği, Prof . Mehmet Ceyhan gibi bazı saygın bilim insanlarının salgın konusunda “kontrolü kaybettik” diyerek yaptıkları durum tesbitine benzer bir açıklama yapamıyor; gerçeği aslında herkesten daha iyi bliyor. Salgın tablosunun Haziran ayı başından bu yana olumsuz bir seyir izlemesinin nedenlerini içeriden görüyor. Ama belli ki bunları engelleyemiyor, insanlara sadece maske-mesafe hatırlatmasını yaparak herkesin kendi önlemini almasını tavsiye ediyor.
Üç ay önce vaka sayısının yaz ortalarında güzün altına ineceği tahminleri yapılırken, hastanelerin yeterli olduğu ifade edilirken salgın nasıl oldu da “kontrolden çıktı.”ğı sorusuna doğru cevap vermekten kaçınıldığı sürece tablonun iyileşmesi aylarca mümkün olmaz. Bu habis illetin altında hep birlikte daha uzun süre ezilip kalırız . Toplumun bir kesiminin önlemler konusunda geren özeni göstermediği , hatta bazılarının “bana bir şey olmaz” inancıyla sorumsuz davrandığı , alışkanlıklarını bırakmaya yanaşmadığı, süreç uzadıkça herkeste bıkkınlık ve yorgunluk baş gösterdiği doğrudur . Ama bir başka gerçek yetkililerin yani hükümetin karar vermekte çok defa geç kaldığıdır ; yasaklamalar tepkiye yol açabilir ve siyasi sonuçları olabilir endişesiyle zabıta etkili şekilde kullanılmıyor ,denetimler son derece gevşek tutuluyor. Düğünler, nişanlar cenazeler, taziyeler, lokanta ve pastane gibi yerler hatta asker uğurlamalarıyla ilgili söylenenler sözde kalıyor, herkes bildiğini yapıyor .
Ayasofya’nın açılışında içeriye alınanlara yetinilmemesi , çoğu toplu taşım araçlarıyla gelen yüzbinlerle insanın meydanda toplanması , Zafer bayramı mütavazi. bir törenle kutlanırken , başka bir çok açılış ve kutlamanın büyük kalabalıklarla yapılması doğru olmamıştır. Prof . Ceyhan aylardır test sayısınınn yüzbini geçmesi gerektiğini , mesai saatlerinin kademeli düzenlenmesini, toplu taşım araçlarının , pastahane , AVM ve lokanta gibi yerlerin denetlenmesini ısrarla ifade ediyor Bakanlık üç aydan fazla bekledikten sonra nihayet bu sayıya ulaştı, diğerlerinde ise karar yerel yönetimlere bırakılmış görünüyor.
Salgın bütün dünyada ağır bir sorun olmayı sürdürürken Türkiye’nin tek başına bunun altından kalkması elbette mümkün değil Ancak bir çok Batı’lı ve Uzak Doğu’lu ülke , etkili önlemler alarak ,ciddi denetimler ve testler yaparak, uzmanların ve bilim insanlarının önerilerini dikkate alan uygulamalarla vaka sayılarını yüzün altına indirmeyi başardı. Haziran ayı başında bizim hedefimizin de bu olduğu söyleniyordu ama tablo ortada . Onlar bunu nasıl başardı , biz niye korku tünelinde sonbahar ve kışa giriyoruz ; okullar konusunda bocalayıp duruyoruz, sağlık sisteminizde giderek artan sorunlardan , vaka sayısının daha da artmasından , sistemin çökme ihtimalinden haklı olarak endişeliyiz.
Millet ve ülke olarak çok çetin geçeceği anlaşılan bir mevsime girerken herkesin sorunun ciddiyetinin , tehlikenin büyüklüğünün ve sorumluluğunun farkında olması gerekiyor. Bu yüzyılda bir yaşanabilecek çok özel bir dönem . Siyası hesaplar , popülist gösteriler , şahsi duygulara dayalı tercihler ve alışkanlıklar mutlaka bir kenara bırakılmalı, yanlışların tekrarından kaçınılmalı,bilimsel doğrulara , uzmanların dediklerine ve alınan önlemlere titizlikle uyulmalıdır. Aksi takdirde hepimizin canı çok yanar, çok acılar çekeriz.

Kaynak:eskimeyendostlar.net