Terörle kaynağında mücadeleye doğru…

Terörle kaynağında mücadeleye doğru…

Necdet Sivaslı

Terörle mücadele konusunda yazdığımız yazılarda, güvenlik güçlerimizin başarısından hep övgü ile söz ettik. Ancak, bu mücadeleden başarı ile çıkabilmemiz için sadece sahadaki başarının yeterli olmadığının da altını çizdik. Neler yapılması gerektiği konusunda da görüşlerimizi paylaştık.
AK Parti’de Binali Yıldırım Genel Başkan olarak ortaya çıkmasından sonra, Yıldırım’ın ilk açıklaması terör konusunda olmuştu. Yıldırım yaptığı açıklamada “Terörle mücadeledeki kararlılığımız sürecek ve terörün kökünü kazıyacağız” demişti.
Yapılan kararlı mücadelede ve verilen onca şehide rağmen, terörün sonunun gelmemesi hiç kuşkusuz düşündürücüdür.
Binali Yıldırım’ın açıklamaları akıllara şu soruyu getiriyor:
Acaba, terörle mücadelede yeni bir strateji mi uygulanacak?
Çünkü bizi yönetenler her defasında “PKK bitti artık ayağa kalkamaz” diyor ama, terör bir şekilde devam ediyor. Halen şehitler geliyor.
Peki, bu işten nasıl sonuç almak gerekiyor?
Cumhurbaşkanı kararlı ve “Teröristlerle artık pazarlık yapılmayacak, sonuna kadar mücadele edilecek ve terör bitinceye kadar da bu mücadeleden geri adım atılmayacak” diyor.
Dikkat edilecek olursa PKK terörü şehirlere taşıdı. Buradaki mücadelede de büyük kayıplar veriyor. Çatışmaların olduğu yerler harabeye döndü. Ancak, bugüne kadar şehir mücadeleleri de bitmedi ve bitmiyor.
Demek ki, bir yerlerde bir yanlışlık var.
Binali Yıldırım’ın açıklamaları bu yanlışlığın görüldüğünü, terörle mücadelede de yeni stratejiler uygulanacağı şeklinde bir mesaj olabilir mi?
Emekli subay ve güvenlik uzmanı Mete Yarar’ın şu sözlerini anımsadık:
“Sahaya lojistik akışını kesemezseniz, bir gün sonra aynı yeri aynı hale getirirler. Lojistiğin kaynağı, üssü Türkiye değil. Terörle mücadelede, mücadeleyi topraklarında kabul etmek kadar yanlış bir felsefe olamaz. Merkezi Suriye ise orada mücadele edeceksiniz. Kendi sahanıza çektiğinizde insan maliyeti daha ağır olur. Başka çaresi yok. Gideceğimiz yer orası. Buna ne kadar hızlı karar verirseniz, o kadar az şehit verirsiniz. Devletin sorunu vatandaşların güvenliğini sağlayabilmektir. Üç şey vardır devredemez kimseye: adalet, güvenlik, savunma. Halkın güvenliğini sağlamak zorundasınız, nasıl, nerde, hangi yöntemle sağlanması gerekiyorsa. Tabii ki uluslararası hukukun içinde kalarak. Dünyada örnekleri var. Bu tür olayları önlemenin tek bir yolu var: Sınır ötesi özel operasyonlar.”
İsrail bu işi çok güzel ve başarılı biçimde yapıyor.

Çünkü şu anda karşımızda iki azılı terör örgütü PKK ve IŞİD bulunuyor. Bunların yuvası ve kaynağı da şu anda Suriye olduğuna göre, bu yuvalar dağıtılmadan, kaynağına inilmeden bu mücadeleden sonuç almak mümkün olabilir mi?
Mete Yarar’ın konu ile ilgili açıklamaları bu kadarla da sınırlı değil. Bakın daha neler diyor kendisini dinleyelim:
“En önemli görev bence topluma düşüyor. Bunu bir Kürt sorunu olarak mı göreceğiz yoksa bir bekaa sorunu, topyekün mücadele sorunu olarak mı göreceğiz? Türkiye toplumu bir karar vermek zorunda, siyasi partiler şunu söylemek zorundalar: Ne yapmanız gerekiyorsa biz toplum olarak arkanızdayız. Muhatabınız ABD değil. Bir sorunun kaynağı ve muhatabı toplumun kendisidir. Şunu diyebilir misiniz: ‘Amerika buna müsaade etmedi.’ Yapmayın yahu! O zaman seçimleri de ABD’de yapalım! Uluslararası toplumla hareket etmeyi anlarım ama bunu yapamayacağın zaman da vardır. Kıbrıs harekatında ABD ‘hadi evladım gidin kendi vatandaşlarınızı kurtarın’ mı dedi? Toplum zamanı geldiğinde kararını verir ve inisiyatifini kullanır. Bunun bedeli de olur, 1974’te olduğu gibi. Bu hareket onurluysa, toplum bundan güç toplar. Getirin roketatarları, 15-20 askerimi daha öldürün mü diyeceğiz yoksa o mermileri, geldiği merkez neredeyse orada mı imha edeceğiz?”
Şimdi buradan yola çıkarak Binali Yıldırım’ın da açıklamalarını birleştirdiğimizde terörle mücadelede sınır ötesi operasyonlara hız verilebileceği görüşünün ağırlık kazandığını söyleyebiliriz.
Açıkça görülüyor ki, terörün kaynağı dışarıdadır.
Ayrıca bu mücadele kaynağında verilirken, siyasi yönden de gerek komşularımızla, gerekse dış dünya ile birlik ve bütünlük içinde hareket etmek, daha çok düşman edinme yerine daha çok dost kazanma ilkesi doğrultusunda adımları atmak durumunda olduğumuzu da görmemiz gerekecektir.
Bir de artık bu mücadelede “istihbarat zafiyeti” sözcüğünün artık kesinlikle kullanılmaması gerekiyor. Terörle mücadelede istihbaratın önemini sürekli vurgulamaya gerek var mı?
Dış politika çizgimizde de önemli değişikliklere gerek olduğunu özellikle altını çizerek anımsatmak istiyoruz.