Basın özgürlüğünden bir tuğla daha çekilirken,

Basın özgürlüğünden bir tuğla daha çekilirken,
faili meçhul cinayetler duvarı sapasağlam!

Türkiye’de düşünce, ifade ve basın özgürlüğü mücadelesi kapsamında
meslektaşlarımıza yönelik sansür, tehdit-şiddet, gözaltı-yargılamalar ile özlük haklarında
yaşanan kayıpları kayıt altına aldığımız ve her ay kamuoyuna duyurduğumuz ‘Medya İzleme
Raporu’muzun, 2022 yılının Eylül ayına ait olan 51’incisini sizlerle paylaşıyoruz.
Geride bıraktığımız Eylül ayında gazeteciler ile basın kuruluşlarına yönelik baskılar,
yarınlarda yaşanabilecek baskıların da işaretini verir nitelikteydi. Covid-19 pandemisinin
sağladığı özgürlükleri sınırlama yetkisiyle meşruiyet açısından kendilerine geniş bir alan bulan
otoriter ve faşist anlayışlar, dünya ölçeğinde insanlığı yeni bir paylaşım savaşının eşiğine
getirmiş durumda. Tamamen sömürü mekanizmalarının devamlılığını amaçlayan dünya
ölçeğinde yaşanan ekonomik ve diplomatik gelişmeler, Türkiye öznelinde daha da
yoğunlaşmış olup, özellikle basın alanındaki gelişmelerle net gözlemlenmektedir. Yaklaşan
seçimleri kazanarak otoriter ve faşist yönetim anlayışını kalıcılaştırmak isteyen AKP iktidarı,
hükmettiği tüm devlet mekanizması aracılığıyla ‘tehlike’ gördüğü gazeteci ve basın
kuruluşlarına nefes aldırmazken, haber olmasını istemediği konularda ne fotoğraf
çekilmesine ne de soru sorulmasına tahammül etmekte.
Türkiye’nin yakın dönemde hukuk dışı ‘gizli’ tarihine yönelik önemli açıklamalarda
bulunan suç örgütü lideri Sedat Peker’in, son olarak gündeme getirdiği AKP milletvekili Zehra
Taşkesenlioğlu ve eşi eski Türk Hava Kurumu Üniversitesi Rektörü Ünsal Ban ile daha önce
Gülen Cemaati’nin finans kuruluşlarından Bank Asya’da uzun yıllar yöneticilik yapan ve 15
Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından Halkbank Genel Müdürlüğü ile Sermaye Piyasası Kurulu
(SPK) Başkanlığı görevlerinde bulunan abisi Ali Fuat Taşkesenlioğlu’na ilişkin ifşaatları sonrası
yürütülen soruşturmanın takibini yapan gazeteciler, Ankara Adliyesinde polisin şiddetine
maruz kaldı. Ünsal Ban’ın gözaltına alınmasının ardından adliyeye getirilişini fotoğraflayan
gazetecilerin bulunduğu basın odası, Gasp Büro Amirliği ekiplerince basılarak gazetecilerin
dışarı çıkması engellenirken, bir süre sonra gelen amirleri, "Pat diye çıkıp nasıl fotoğraf
çekersiniz? Biz haber değeri olan şeyleri zaten veriyoruz. Burada gizli bir iş yapıyoruz"
diyerek, gazetecileri, emrindeki polis memurları yerine koymak istedi.
Basın özgürlüğüne açıkça saldırı niteliği taşıyan geçen ayki bir başka gelişme ise, Fox
TV muhabiri Yeşim Karacaoğlu’nun, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın bir programını takibi
sırasında yaşandı. Ankara'da düzenlenen "6. Yılında İstinaf Değerlendirme Toplantısı"na
katılan Adalet Bakanı Bozdağ'ın konuşmasını izlemek ve soru sormak isteyen Karacaoğlu’nun
yanına yaklaşan Bozdağ’ın basın danışmanı Bilal Çetin isimli kişi, “Hanımefendi bakın rica
ediyorum soru sormayın, bakın rica ediyorum. Normalde ben sizi buraya almayacaktım. Fox
TV’yi almayacaktım. Biliyorsunuz Cumhurbaşkanlığı İletişim Dairesi’nin şeyi var. Rica
ediyorum soru sormayın” ifadelerini kullandı. Kameralara da yansıyan bu olaydaki detay, Bilal
Çetin isimli kişinin, basın danışmanı olmadan önce Ankara’da yıllarca gazetecilik yapan biri
olmasıydı. Bilal Çetin’in basın özgürlüğü açısından utanç verici bu tavrı mesleğimize leke
sürmez ama kendisinin üzerinde hayatının sonuna kadar çıkmayacak bir kir olarak kalacaktır.
Radyo ve Televizyon Kurulu (RTÜK), geçen ay da basın özgürlüğüne yönelik baskılarını
devam ettirdi. Dikkat çeken kararlardan biri, Halk TV’de yayınlanan ‘Sözüm Var’

programındaki değerlendirmeler sonrası verilen cezaydı. Diyarbakır Sur’da 7 yıl önce yaşanan
çatışmalarda öldürülen Hakan Arslan’ın kemiklerinin babası Ali Rıza Arslan’a, Diyarbakır
Adliyesinden torbayla teslim edilmesinin eleştirilerek tepki gösterildiği programın, 5 kez
durdurulması ve yüzde 5 para cezasına çarptırılması kararlaştırıldı. Bir insanın kemiklerini
torbayla teslim etmekten hicap duymayanların bunun gazeteciler tarafından eleştirilmesini
cezalandırması, karanlığın sadece vicdanlarda değil zihinlerdeki yoğunluğunu da gösterdi.
Diyarbakır’da 20 Eylül 1992’de katledilen yazar ve gazeteci Musa Anter’in ölümüne
ilişkin görülen davanın akıbeti de bir Türkiye gerçeği olarak geçen ay kayıtlara geçti. Anter
cinayetinin birinci derecede görgü tanığı olduğunu söyleyen PKK ve JİTEM itirafçısı
Abdülkadir Aygan’ın ifadesinin alınmamasıyla adeta sürüncemeye bırakılan dava dosyası, 21
Eylül 2022 tarihinde, cinayetten 30 yıl sonra zaman aşımına sokularak düşürüldü. Alınan bu
karar Türkiye’de, başta gazetecilere yönelik olmak üzere işlenen faili meçhul cinayetler
bağlamında kanla ve şiddetle örülmüş o malum ‘duvar’ın hala sapasağlam durduğunun da
kanıtıydı!
Türkiye’de iktidar-basın ilişkilerini, tarihsel açıdan en net gösteren olaylardan biri de,
geçen ayın son günlerinde AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın
katıldığı bir canlı yayında yaşandı. İktidarın basın-yayın alanında propaganda araçlarından biri
olan Demirören Medya Grubu’nda yazan isimlerin katılarak sorular yönelttiği CNN Türk ve
Kanal D’nin ortak yayınında Tayyip Erdoğan, kendisine “Şehir hastaneleri konusunda
muhalefetin sesi biraz kesildi. Nasıl karşılıyorsunuz” sorusunu yönelten Abdülkadir Selvi’ye,
“Valla Abdülkadir Bey artık köşenden gereğini yapacaksın. Bak Ahmet Bey (Hakan) gereğini
yapıyor” yanıtını verdi. Erdoğan’ın yanıtı, gazeteciliği kamusal sorumlulukla yapmayanların,
mesleki ilkeleri yok sayanların içine düştükleri çukurun kokuşmuşluğunun aktarılmasından
başka bir şey değil.
Eylül ayı, derneğimiz şahsında iktidarın basın özgürlüğü ve örgütlülüğüne yönelik açık
saldırısının da ayıydı. Derneğimizin faaliyet ve etki açısından en önemli şubelerinden, 1989
yılında Bursa’da açılan Güney Marmara Şube’mizin, yaklaşık 33 yıldır idari faaliyetlerini de
yürüttüğü sosyal tesisi, göreve gelmesinin ardından AKP’li Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur
Aktaş’ın ‘özel meselesi’ olmuştu. Bursa Kültürpark’taki sosyal tesisimiz, hukuki tüm
mücadelemize karşın Belediye Başkanı Aktaş’ın ismini ‘tarihe yazdırma’ hırsı sonucu, 28 Eylül
2022 tarihinde, adeta yerle bir edildi. Alinur Aktaş’ın, bu ‘icraatı’yla edindiği ‘basın özgürlüğü
karşıtlığı’ ve ‘ÇGD düşmanlığı’nın, aynı anlayışa sahip kişilerden takdir göreceği kesindir ancak
bu unvanların altında hayat boyu ezileceği daha da kesin bir gerçektir. 44 yıl önce Rüzgarlı
Sokak’ta çıktığımız basın özgürlüğü savunusu, emekçi dayanışması ve dün olduğu gibi bugün
de "dezenformasyon yasası" altında hayata geçirilmeye çalışılan her çeşit sansür
düzenlemesine karşı mücadelemiz devam ediyor, edecek.
Çağdaş Gazeteciler Derneği Yönetim Kurulu